26 Nisan 2015 Pazar

PAZARTESİYE AİT BİR SABAH

PAZARTESİYE AİT BİR SABAH



Nezlimde manadan yoksun şu zamanlar, yazma eylemini icra ederken mutsuz cümleler kurmak...
Lakin kalemden bu şekil bir üslupla damlıyor kelimeler, 

Mani olamıyorum.
Ben mutluyum halbuki. 
Hayli muhterem hanımefendi hazretlerim, ruhumu huzura doyuruyor elhamdülillah.

Somut olarak yanımda bulunmayışı hayli canımı sıksa da sevgi ağır basıyor.
Ne mutlu bana ve bize.
Birkaç günden bu yana içimdeki sesle olan diyaloğum sıklaştı. Ben iyi tarafım, o ise kötü.

Zihnime kötü laflar fısıldıyor ve ben bittabi kovuyorum onu.
Ve biliyorum ben, büyük bir imtihana tabi olmakla geçecek ömrüm...
Bu imtihanda çok başarılı olur muyum bilmiyorum da, dibe vurmamak lazım. 

Dibi görmezsem başarılıyımdır zaten.
Bu kadar kötü olayın imtihandan gayrı açıklaması olmayacağı kanaatindeyim.
Ben de koşulsuz şartsız teslimiyet içerisindeyim Rabbime.
Bugün step ikliminin gri başkentinin seması aldatmakta griyi mavi ile.
Huzur veriici bir bahar günü, ki güne güzel gözle bakmamı sağlayan da sevgili hazretlerimdir.

Vuslata da tez zaman kaldı.
Tez zaman kaldı çünkü zamandan korkmaz, onun üzerinde yaşarsan uzun zaman yoktur.

Beni zaman bulutlarının üzerine taşıyan meleğimi yüreğinden öpüyorum

Babil İkra

25 Nisan 2015 Cumartesi

Yavaşça Ölüyorum

*

Günlerden, perşembe. Yelkovan, acımasızca hıphızlı takip ediyor bugün akrebi, zamanı tüketmek istercesine.


Bir adım daha atıyorum boşluğa. Cılız bir alevin kaldırım taşı üzerindeki titrek gölgesini görür gibi oluyorum. Şiddetle kafamı sallıyorum, gözlerimi kapatıyor; simsiyah tuvalin rengarenk boncuklarla süslenmesine şahit oluyorum. Bir kez daha kafamı sallıyorum. Benekler kayboluyor yavaşça. Meltemin uysal nefesi, vücudumu delip geçiyor, kalp atışlarım hızlanıyor. Siren sesleri duyar gibiydim. Oysa, beynimin oynadığı oyunun esiri olmak üzereyim, fark edemiyorum. Kaldırım taşının üzerinde, beyazlara bürünmüş bir çocuk beliriyor. Elinde bir demet papatya. Papatyanın çiçekleri, birer birer yere düşüyor. Çocuk bir adım atıyor bana doğru, sıcak bir tebessüm beliriveriyor güzel yüz hatlarında. Papatyaları sevmediğimi bilmiyor mu yoksa?


Yüreğim, apansız bir burukluk eşliğinde kararıyor. Konuşmak için ağzımı açıyorum, bir iki kelam edeyim. Kafese kapatılmış bir kuş misali esir alınmış oysa kelimelerim. Kelamım, düşüncelerine ket vurulmuş bir bedbaht gibi yapayalnız. Canhıraş, sessiz bir yakarış eşliğinde daha da kavruluyor yüreğim. Çok sonra anlıyorum. Papatyaları bana uzatan, bir türlü sevemediğim özbeöz kardeşim. Hüzünlü bakışlarının esrarı çözülürken papatyanın anlamını düşünüyorum. Derken kulağıma semaya yükselen bağırışlar çalınıyor. Oysa, ücra mahalledeki ıssız sokakta kardeşim ve benden başka kimse yok. Gözlerimi semaya kaldırıyorum. Kulağımda bağırışlar yankılanırken semada belli belirsiz tebessümünü görüyor gibi oluyorum annemin. Birisinin bedenimi kucakladığını hissediyorum. Gözyaşları, yüzümü ıslatıyor. Lâkin, kimse yok! Delirecek gibi oluyorum, yüzüm ıpıslak. Kardeşime bakıyorum yardım dilercesine. Düşünemiyorum, o an. İdrak edemiyorum; bir ademoğlundan yardım dilenmemesi gerektiğini. Kardeşimin yüzü, buruk bir gülümsemeyle gölgelenmiş.


Hazanın ilk günü sanki. Yaprakların, asfaltı sarıyla boyamasını resmediyorum bilincimin en derinliğinde. Elini uzatıyor yeniden. Hıçkırıklar, yükseliyor beynimin bir köşesinden. Yüzüm, hala gözyaşlarıyla yıkanıyor. Kıyafetlerimi biri çekiştiriyor sanki. Birkaç itiraz sözcüğü yankılanıyor semada. Ve ben, gözümü dahi kırpmadan kararlılık eşliğinde kardeşime doğru adım atıyorum. Bir anda ışıklar sönüyor. Benim, on sekiz yıllık dünyam karanlığa bürünürken yakarışların, sessiz haykırışların nefesi, ensemde. Sonrasıysa, ebedi bir karanlık oluyor. Farkında bile olamadan, sinemi titrerek arşa yükselen bir acının dilsiz yakarışıyla yavaşça ölüyorum. Yapayalnız ve sessiz...


17 Nisan 2015 Cuma


Sen, ben, o... 
Herkes aynı hikayede
 Başı ve sonu aynı, gerisi farklı
Bir yerden tutunduysak hayata
Boşa geçirmemeli, bırakmamalı...

   Şebnem Ferah'ı sever misiniz? Ben severim ve özellikle bu şarkısı bugün değinmek istediğim konuya çok uygun. Bugün son gününüz olduğunu düşünün... Yapmayı planladığınız bir çok şeyi sürekli ertelediniz değil mi ? Fırsatınız olduğu halde yapmadığınız bir çok şeyi düşünün... 

  Şu an bunları anlatıyor olsam da ben de dahil hepimiz hayatımızı başkaları için yaşıyoruz. "Şu an bunu söylememeliyim çünkü herkes deli olduğumu düşünecek.","Üniversitede şu bölüme gitmeliyim çünkü iş bulma olasılığı daha yüksek.","Bu bölüme gidersem annem babam sevinir o yüzden onu tercih edeceğim","Bunu yapamam çünkü topluma ters bir hareket"... Hayır yapabilirsin, istediğini söyleyebilirsin ve istediğin bölüme gidebilirsin. Çünkü bu senin hayatın ve kimsenin sana karışmaya hakkı yok. Bu hayatı bir kere yaşayacaksın ve geri dönüp değiştiremezsin. Şu anı geri getiremezsin. Doğru olduğunu düşündüğünüz şeyi söyleyin, üniversitede zevk alabileceğiniz bir bölüme gidin çünkü tüm hayatınız boyunca sevmediğiniz bir işi yapmak istemezsiniz, anne babanızın mutluluğu tabiiki önemli ama onlar bu hayata gözlerini yumduğunda, mutlu etmeniz gereken biri kalmadığında tüm hayatınızı hoşlanmadığınız bir işte çalışarak geçirdiğinize değecek mi? 

   Hayatınız boyunca siz ne yaparsanız yapın, olumsuz şekilde eleştiren insanlar sürekli olacaktır. O yüzden kimsenin dediğini dinlemeyin ve mutlu olacağınız şeyleri yapın. Şu an hayatınızdan mutsuzsanız bunun nedenlerini düşünün ve hayatınızdan bunları çıkarın veya değiştirin. Hayat başkalarının düşüncelerine göre yaşamak için çok kısa. Umarım yolun yarısına "35 yaşına" geldiğinizde ve geriye baktığınızda kendi tercihlerini kendi yapmış bir birey olursunuz ve pişman olmazsınız.

İyi yaşayın ve istediğiniz gibi yaşayın!

10 Nisan 2015 Cuma

Bu Ülkenin Şiire İhtiyacı Var

Bu Ülkenin Şiire İhtiyacı Var 


Bir ülke, yedi bölge, seksen bir il, yüzlerce ilçe, binlerce mahalle, milyonlarca insan. Her insanda keşfedilebilir ama keşfe kapalı milyonlarca dünyalar.

Bir senfoni düşün
 iç içe ve karşılıklı. Aynalar senfonisi milyonlarca insanın çıkardığı tını
 Düşün ki bu senfoni arasında
 tam ortasında kaldın,- yani kalbinde, hem kirli hem temizi bilmeye dair
                                                  kalbin tabiatında olan,
                                                 seçme hakkı, yöneliş
                                                  seçmeme hakkı, tükeniş
                                          bu tükenmek şiirin varlığına dair-

sağdan soldan uçsuz bucaksız sesler gözüküyor. Bazıları görmeye doyamayacak gibi bazıları tahammül edilmeyecek gibi. Ve her seferinde seçim hakkı var. Bir de Araf melodisi var, sinsice yanaşır. Kararsız kaldığımız zamanlarda ki durum bu. Bu kararsızlığında çözümünü bulmuştuk biz. “Şiir” her derde devadır bu şiir. Acıyı tatlandırır, tatlıyı sulandırır nazarlık olsun diye.

Ülkemizin de şiire ihtiyacı var. Sadece kararsızlığın değil, iyi kötü kararında şiirle olması lazım.
Şiirle yoğrulmayan hamurda lezzet mi olur hiç. Ülkece yavaş yavaş, tatsız tuzsuz hale gelmeye başladık. Yaşadığından keyif alamayan insanlar olduk. Alınan keyfin hemen kaçtığı günlere uyanır olduk. Öyle ki “Niye haber izlemiyorsun? ” sorusuna “Haberleri izlediğimde keyfim kaçıyor, sinirlerim bozuluyor.” cevabını alır olduk. Gerçekten öyle şeyler yaşanıyor ki izleyemez olduk haberleri, dünyadan bihaberiz artık. Sevgisiz yapılıyor işte ondan böyle habersiz kalıyoruz. Şiirsizlik, işte tam bu yüzden şiir sokakta değil, şiir yürekte olmalı. Sokakta olan şiiri anlamıyorsan olmasın daha iyi, anlıyor yaşıyorsan zaten o sokakta değil yürektedir. Hem şiiri sokaklara düşürmeyelim, göklere semalara çıkaralım onu…




Notun dibi: 

Bu ülkenin şiire ihtiyacı var. Şiirin sokaklara inmesi değil; yüreklere, dünyamıza işlenmesi lazım.  O halde kararsızlığımız bile sevecen olur.
Ne habersiz kalırız ne sevgisiz kalırız. Biraz romantik biraz da realist olmalıyız. Gerçekleri perdeli değil aksine daha şeffaf ama daha güzel görürüz.
Şiiri sokaktan yüreklere taşımalıyız. Bunun için gerekirse ordu kuralım, farklı dünyalarla dolu bir ordu. Muhteşem bir zenginlik. Birimden bütüne hareket etmemiz lazım. “Tek başıma ben ne yapabilirim” demeyip karınca misali boynumuza düşeni yapmalıyız. Kısacası elimizden geleni ardımıza koymalıyız, her şey serbest,  haykırmak serbest, ama düsturlu bir halde
Hiç olmadı tarihe bir not düşelim “şiir sokakta değil şiir yürekte” diye

3 Nisan 2015 Cuma

                                                                       Yazmak
  Yazmak, satırlara dökmek duygularını tarif edilemeyecek bir bahtiyarlıktır.Düşünürsün, hayal edersin, anlatırsın, istersin, seversin ama...Hep ama'lar takılır peşine.Halbuki beyaz bir kağıt ve onun satırları seni her daim kabul etmeye hazırdır.Kayıtsız şartsız...Yargılamaz yazdıklarını, seni, düşüncelerini sadece şahit olur ve en büyük sırdaştır o.Asla yarı yolda bırakmaz.Eğer derdini anlatamıyorsan birine ve ya anlayan yoksa, sığınılacak emin bir limandır beyaz kağıt.
  Vefakar sadık ve güvenilirdir o.Yazdığın şiirlerin ilk okuyucusu ve saklayanıdır. Heyecanla yazdıklarının üzülerek yazdıklarının düşünceli bir şekilde yazdıklarının da ilk şahididir;sen tarihe not düşerken!
  Yani kısacası bu yağmurlu Üsküdar gecesinde beni anlayabilen ve saat geçte olsa beni dinleyebilen bir yüce dosttur o.

28 Mart 2015 Cumartesi

Düşünüyorum, en nihayetinde buluyorum


Günlerdir, düşünüyorum.



Bu yazıya nasıl başlamalıyım diye. Hangi lügattan alıntı yapmalıyım, hangi sözcüklerle yazmalıyım? Dahası, ne yazmalıyım? Düşünüyorum, lâkin bulamıyorum, çölde kayıp bir vaha gibi, biçare miyim bilemiyorum. Tek bildiğim, önemli bir hissiyatın eşiğinde olduğumun bilincine sahip oluşum.

Sahi, niye burdayım? Düşünüyorum, lâkin bulamıyorum. Defalarca, defalarca, defalarca! Niye burdayım? Sahip olduğum bilincin gayesi, ne? Gayeye ulaşmak için atılan adımda; benim yerim, ne? Zirveye ulaşmaya aç, gönüllü bir karınca gibi azimli mi olmalıyım? Yoksa, en iyi bildiğim işi mi yapmalıyım?

Sahi, en iyi bildiğim işi niye, neden yapmalıyım? Çünkü, diye haykırıyor vicdanım, artık anlamamı istiyor. Elinden başka hiç bir şey gelmiyor. Anlatamıyorsun. Konuşamıyorsun. Durumun ahvalini, acziyetini kurtaramıyorsun. Sonra bir gece, ansızın, birdenbire beynime üşüşüveren düşüncelere kulak kesildim. Ve dönüp baktım ki, dünyada ne denli acılar vardı ki kainatı kasıp kavuruyor, insanı bir bir eksiltiyor, benliğinden uzak diyarlara sürüklüyordu her geçen gün. İnsanların yaşamlarını, felakete çeviren; göğün çığlıklara bulanmasına sebep olan; masumiyetin, insanlığın katillerine, acının faillerine karşın ben de yazmalıyım dedim. Yazmalıyım ki elimden gelmeyen her bir çarenin, devanın sızısını azaltayım, yok oluşa sürükleyeyim.Yazayım ki dünyaya geliş amacımı anımsamaya bir adım daha atayım. Yazayım ki ben benliğimden uzaklaşmayayım.

Çünkü, dünya acıların yarattığı bir viraneydi ve elimden yazmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Ben de yazarak, yazmanın bu bilince/ vicdani hissiyata olacak katkısını duyumsayarak, su damlacığından birisi olmaya karar verdim. Öyle değil miydi ki, her bir su damlacığının vuku bulduğu ve bulacağı bir nehir, bir ırmak, bir sonsuzluk ummanı vardı.







27 Mart 2015 Cuma

ÇAY DAMLASI


Tarihe bir not düşebilmek adına...

Bir damlaya sığıyor koca dağ, taş ağaçlar hatta güneş. Koskoca bir devran bir damla çayda. Güzel insanları da sığdırır damla boyu ömrüne. Denilir ya "çay muhabbettir muhabbet çayladır." diye. Yine derler ki "dostla çay içilir, hatır kollamak kahvenin işidir.". Çay muhabbetle özleşmiş artık. Bir damla çaya nicelerinin sığması muhabbettendir. İçten, mütevazi, şekerli...
Bir de kaçak çay var ilk defa bu sene içtim kaçak çayı. Sadece adı kaçakmış. Tavşan kanı gibi nur gibi... Tadından bahsetmeyeceğim bile. 
Uzun sohbetlerin, toplantıların vazgeçilmezi çay, bu aralar kaçak çay. Bizim okulun orada bir beşyol var hemen o köşede Malatyalı biri var. Kaçak çay kullanıyor orada içmiştim zaten ilki. Çayı efsun, muhabbeti ayrı efsun. Malatya her şey Malatya her şey Malatya'nın.

Çay anılarımı anlatmayacağım size, çay damlasını anlatmanın vakti geldi. Fotoğrafta görürsünüz çay kaşığında ki yansımayı geçen sene, 2014'ün Manisa'sında çektim bu fotoğrafı. Arkadaki masa örtüsünden de anlaşılıyor ya sıradan bir çay bahçesi ama orada ki muhabbet çok şekerliydi. Oradan geliyor işte isim "çay damlası". Bir damlaya neler sığıyor.
Bizde beraberce burada sığdırmaya çalışacağız neleri neleri. hatalarımızı hayıflarımızı şekerlice buraya sığdıracağız.
Neşemizi, gururumuzu buraya sığdıracağız. Şiirimizi hikayemizi buraya.
Hayata bağlayan her şeyi mesela heyecanlarımızı, beraberce heyecanlanalım diye
mesela unuttuklarımızı "nerede o eski bayramlar" der gibi
mesela yaralarımız, birbirimizi anlamıyor oluşumuzu, sadece istediği gibi anlayanları...
Mesela faydalarımız, bugün ne yaptım, kime iyiliğimiz dokundu, olur ya bazen kendimize bile dokunmaz zerre iyiliğimiz.
En önemlisi şiirleri konuşuruz zaten şiir dendiğinde konu  kilitleniyor. En güçlü propaganda şiir, her şeyi nasıl anlatır bu kadar. Sonra en güçlü sine şiir, öyle çekiyor ki sineye yok gibi.

Öyle işte cürmümüzün yettiği kadar yazarız bizde, yakarız olacaktı, yakarızda, ama bu seferlik yazarız olsun. 

Daha da önemlisi anlamayı konuşuruz. Devrimizin en büyük sorunu bence. Bu sorun felaketlere yol açar aman Allah korusun.
Ama anlamayı konuşalım biz inceden ince. tartışma bile demeyelim konuşmamıza başka bir şey diyelim iştişare diyelim bu kadar ince olalım. Kelimelerin gücü adına ince düşünelim kırmayalım birbirimizi.