Dertlerle mücadele etme konusunda iyi olamayanlar olarak çok yorgunuz. Bazı zamanlar ziyadesiyle kendime kızıyorum. Dert ettiğimiz takıldığımız meseleler bazı hayatlar hatta tanık olduğumuz bazı hayatların yanında karın ağrısı.
Dert küçümsemek ne haddime dedim ya kendime kızdığım zamanlar oluyor diye. O zamanlar en çok daha kötüsünü gördün bu mu seni eziyor diyorum. Bunlar hep gafletten. Dünyaya kaptırmamızdan kendimizi. Beşer bu şaşar deyip kenara çekilmek daha büyük gafillik.
Cesur olmak gerek cesaretin bazen korkutmalı bazen cesaretlendirmeli.
Korkutmalı kısmına çok takılmıyorum.
Takılmamak gerek çünkü korku insana kendi olduğundan farklı hale sokabilir.
Şunu çok merak ediyorum. Korkusuzum diyen cesur mudur?
Cesaretle korkunun kardeşliği nereden geliyor peki? Bu soruların cevapları beni korkutuyor. Sadece sormakla kalıyorum.
Hep cesur oldum ben, aslında hep korktum bile diyebiliriz.
Cesareti canlandıran korkudan başkası değil. Korkuya bir şekle sokacak olsak neye benzetirdik acaba.
Ben gözleri görmeyen kulakları duymayan dili olan titrek bir deve benzettim. Sadece bağırıyor.
Belki seslendiği kişi gittikten sonra ağlıyordur. Bazı zamanlar ağlaması o kadar ifadesiz ki. Bunu karşılık beklemeden karşılık bulamayınca anlıyor o cesaret.
Bahsettiğim cesaret cahil olan, deli olan, fütursuz olan. Bazı yüreğine güvenen insanlar, aslında görmeyen duymayan bir korkunun telkiniyle cesaretleniyor.
Ne büyük yanılgı. Yanılgıların içinde boğulan dertleriyle nasıl mücadele etsin nasıl baş etsin dert dedikleri de görmedikleri değil midir duymadıkları değil midir?
bu cesaret konusunda dertlerle uğraşma konusunda ve daha bir sürü o an sadece kendimizde olduğunu düşündüğümüz dertler sorular. Bunları soru sormadan bulmamız ağır güçlü bir tecrübe kanımca.