1 Ekim 2017 Pazar

Overrate


Toplumda bazı şeyler fazla abartılıyor diye gerçekten kıymeti varsa bile gözden kaçıyor. Özellikle sosyal medya bu konuda çok etkili hatta sadece o etkili bile olabilir. Bugün arkadaş grubunda sosyal medya hesabı olmayan biri diğerlerinden daha sonra haberdar oluyor. O yüzden sadece diyebiliriz. Ama asıl mesele o değil. Asıl mesele çok dile düşen hatta "overrate" olan şeylerin dikkate alınmaması. Bu da bazı "cool" grubun diktesi. " Abi herkesin dilinde zaten ne gerek var kafası çok var. " Sözüm meclisten dışarı tabi. Bir dostuma küçük prensten bir metafor anlattım. Overrate olduğunu düşünmeyenler bilir prensin sönmüş yanardağını temizlemesi. Bana dedi ki " kanka bence küçük prens çok overrate oldu. Fazla dikkate alma. " bunu söyleyen dostum bilmeyen birisi değil aslında o beni şu konuda uyardı. " Abi herkesin dilinde bilen bilmeyen sana da aha yine ondan konuşuyor demesinler" falan filan bu da mesele değil asıl mesele. Gerçekten o metaforun sende etkisi olacak olupta etkisi olmaması. Neden çünkü herkesin dilinde. 
Can Yücel'in olmayan şiirlerin altına Can Yücel yazanların dilinde. Popülerliğin getirdiği bir şey sanırım bu. Farklı bir kafa. İlk insanlardan bu yana toplumu felakete sürükleyen şeylerden birisi bu. Felaket derken kan revan değil asıl felaket cahillik ben bilirimcilik. Hatta bir noktada bencillik. Böyle şeyden uzak durmak fayda ama durabilmek ne kolay dimi.  Bunları bilen hatta etrafına naçizane anlatan insanlar bile yer yer "overrate" deyip ciddiye almıyor. Alması gereken detayı almıyor. Detaylar kafa yorar ama uzun vade de hayat kurtarabilir. Gözden kaçırmamak lazım. Kaçıranlar olarak çok konuşuruz. Ama kaçırmamak dileğiyle... 
Son olarakta yanardağı anlatmak istiyorum biraz overrate ama idare edeceğiz artık. 
 "Benim her gün suladığım bir çiçeğim var, dedi. Haftada bir süpürdüğüm üç yanardağım var; biri sönmüştür, ama ne olur ne olmaz, gene süpürürüm. Ben yanardağlarıma da, çiçeğime de yararl oluyorum. "

Ne olur ne olmaz diye sönmüş yanardağını her hafta süpüren bir yürek. Burada overrate olan yüreğin büyüklüğü mü küçük prens mi ? O detayı kaçıranlara selam olsun...


10 Temmuz 2017 Pazartesi

Yılandan Korkmam







"Geçtiğimiz günlerde Konya da ufak bir yılan ısırdı beni. Yılandan hiç korkmazdım ama ısırınca en az yalan kadar korktuğumu anladım. Yine de korkmuyorum. Yalandan da yılandan da. Neyse olur insan başına gelir dere kenarında oturursun bir bakarsın hiç ummadığın zamanda ummadığın yerden ısırmıştır hayvan...


Sonra İstanbul'a geldim arada olan tatsızlıklar tadı tuzu onlardan bahsetmiyorum bile. Yeni odama taşındım bir güzel temizledim falan eskiden kalan arkadaş pencerenin önünü dolu kullanıyordu. Ben boşalttım. Yatağımın yanı pencere altında da minik bir sehpa üstünde " biraz bilgisayardan işlerimi halledeyim de öyle yatarım " dediğim ama halletmeden yattığım bilgisayar. Neyse bir güzel uyudum. Sabah saat 08.10 da arkadaşım beni uyandırmak için arıyor. Bilgisayarın yanında telefon alıp yastığımın yanına koydum bir daha arayacağına güvenip uyanamayışımı garantiye aldım kendi çapımda. Sonra saat 8.45 uyandım artık bir kaç kez arama sonucu. Kalktım doğruldum yerde bir sigara. Hiç birimizin içmediği türden. Ben farklı takılıyorum sarıyorum falan sevindim " iyi sabah sigarasına uğraşmayacağım" sonra bir baktım sehpada bilgisayar yok. Şarj kablosu duruyor kendisi yok. Koştum diğer odalara arkadaşlar mı aldı diye yok. Dedim gitmiş bilgisayar adam bir de sigarasını düşürmüş. Ne yalan söyleyim üzüldüm malın gittiğine bile üzüldüm. Bir de ihtiyacın varken gitmesi üzdü. Neyse Allah'tan dedik vardır bir hikmet. Polis falan formaliteden bir sürü şey. Boş yani biliyoruz. Buz gibi bir su içtim sıcaktı havalar zaten iyi geldi.


Sonraki gün telefonum şarjı %3 kırmızı işim de var kapanmaması lazım eve geldim. Şarj dolmuyor temassızlık var sanırım şöyle aşağı yukarı bir yaptım elimde kaldı şarj aleti. Gecenin bir vakti şarjım bitti şarj aleti yok neyse komşu komşunun külüne muhtaç hesabı rica ettim şansa varmış onda da aldım geceyi kurtardım."






Şimdi bunların hepsi yaklaşık 2 hafta içinde oluyor tabi başka başka şeyler de oldu büyüklü küçüklü. Bazen hepsi üst üste gelmiş gibi olur hayatına göre. Ne hayatlar var unuturuz aslında ama görmediysek ya da kendimizde kaybolduysak üst üste geldi deriz. Bıkar yoruluruz. Demem o ki dostlar bazen çok güzel sınanıyoruz çok güzel. Şikayet edip ölmeyi bile istersin gafletle ya da gerçekten samimiyetle anlam bulamadığın için yaşantında. Ama alıyorsun işte nefesi kendi imkanlarınla ölmek kurtuluş değil zulm. O yüzden bunu bir kere çıkarmak gerek kafadan. Diyelim ki Allah bizi seviyor Allah bizi fazla sınıyor sabrını selametin için sınıyor. Fazla sevildiğini de düşünme o da biraz hoş olmaz tabi. Demek istediğim bunun en ikna edici açıklaması bu. Ne bu dünyaya çile çekmeye geldin ne de herkes sana düşman. Tek mesele sorunların büyük küçük sorunların karşısında nasıl durabiliyorsun. Sabrın sonu selamettir duruşunu çok seviyorum. Keşke ben dahil herkes onu hakkıyla yapabilse. İyi düşün iyi olsun var bir de. Baktığın zaman iyi düşündüğün için iyi olmasa bile kötü düşünmediğin için kötünün olmaması iyi. Her koşulda iyiyi düşünmek biraz daha akıl karı. Yakınlar eşler dostlar bunların da kıymetini bilmek lazım iyisinde kötüsünde. E sadece kötü şeyler başına gelmiyor zaman zaman sen de kötülük edebiliyorsun insanlara hatta eşine dostuna bile. Buna rağmen yanında var olanlar varolsun. Her şey Allah'tan yalanı da yılanı da sen öyle güzel sınanıyorsun ki kendi hesabında sabrını göster iyiliğine sahip çıkmaya bak.





İçini bil mümkünse bildir. İyiliği iyi şeyleri paylaşmak yerine zamanına göre teşviktir davettir. Ama her şeyden evvel sabır ... Bir de eş dost Varolsunlar...

9 Mayıs 2017 Salı

Kimsin sen

Sen kimsin bir yokluğa var olmuş bir çocuk gibi
Gitmeyi vazgeçmeyi bilmeyen gibi
Damarlarında kan yerine sevgi akan bir meczup gibi
Yorgunluğu yokluğu bilen anlatmayan bir kuş gibi
Renkli ama dikenli ama zararsız bir çicek gibi
İsmin var mı senin kimsin sen

Her kaybolanı bulmaya çalışan
Düşeni kaldırmaya çalışan
Pişman olmaktan gocunmayıp pişman olmayan kimsin sen
İlahi merhametten nasibini alan

Kimsin sen

17 Nisan 2017 Pazartesi

Yazarın Hikayesi

Bir yazarın hikayesi sevmek
sevilmekte okurun hikayesi
yer değiştirirlermiş bazen okurla yazar.

Zormuş sadece okumak  ya da yazmak.

Yazar yazardı sevmeyi
sinsi bir gece de ki aydınlık
derdi sevmek için

Okur okurdu sevmeyi
sinsi gecem olmasın diye düşünürdü

Yazar yazdı sevmeyi
güneşin yaktığı bir anda esen rüzgardı
dedi sevmek için

Okur okudu sevmeyi
güneş yakmasın rüzgar esmesin diye düşündü  kendi kendine

Yazar yazdı sevmeyi
kör bir yolda pusuladır sevmek

Okur okudu sevmeyi
kör yolda istemem pusula da diye içlendi

Yazar son kez yazdı sevmeyi
gözleri kapadığında kafası tahtaya çarptığında
gelen rahatlıktır dedi sevmek için

Okur okudu
okudu
sustu.

21.05.2013






Çelişme

İnsan saatlerce izleyebilmeli gök kuşağını,
Ayakları şişesiye kadar yürüyebilmeli yollarda,
Kulakları ağrıyana kadar dinlemeli en güzel şarkıları,
Denize fırlattığı taşları en fazla sektirebilmeli.
Oynadığında en büyüğüyle oynamalı,
Dövüştüğün de en irisiyle en büyüğüyle dövüşmeli,
Çünkü kaçırırsa göremez bir daha gök kuşağını,
Bir kez oturduğunda yürüyemez bir daha o yollarda,
Müziğin sesini bir daha duyamaz kesilir,
Deniz çekilir sular kurur gücün kalmaz,
Gözler kapanır nefes kesilir
Geriye kalan canı olmayan pişmanlık.

20.05.2014

11 Nisan 2017 Salı

GİTME

Hoş geldin kumlar içinde kalbim,
sesini kaybetmiş
yüzünü unutmuş
kimsesizliği bilen, ne oldu sana ,
yıktın mı yıkıldın mı
yoksa gidemedin mi,
Adam gibi gidemedin mi yarım mı bıraktın

Gitme yarım bıraktıysan
söylemediğin sözler varsa gitme,
daha öpmediysen gitme ,
gidemezsin bırakırsın bir parça  etme bu zevali,

Sana değil bıraktığına etme
gitme düşleri tamamlamadıysan

Gücün mü yok takatin mi kalmadı
gidersen hiç olmaz sen olmazsın

Gitme sözlerini unuttuğun şarkıları mırılda ,
sözler anda saklı kalsın, heyecanı
gitmeye kalkarsan şarkıları da mırıldanamazsın
gitme deli gibi kal.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Ay'da bekleyene

Bir tek sana anlatabilmiştim kendimi o da yarım kaldı ama yarım da olsa bir tek sana anlatabilmiştim,
bana dediğin koca yürekli minik kaslı deli çocuğu bir sen anladın,  kalbimi bir sen anladın,
uzun sürdü 
biraz canımızı acıttık 
küslüğümüz oldu 
yine barışabildik
anladığından ,
gülüm beni bir sen anladın yarım kaldı , 

Sana da demiştim daha evvelden ya benim bir sandığım var içinde iyi ve kötü şeyler var bu sandığı sakladım çocuk gibi , hatırlıyor musun konuşmuştuk bunu, hatta bir ara bana sinirlenmiştin ,
Sandık içinde iyi kötü şeyler benim iyilerim kötülerim kötüsü de var, bazılarını seninle alakalı bazıları direkt senle. Geçmiş olanlarla beraber dopdolu bir sandık ama içinde hala dünya kadar yer olan.
İçini bir sana açabildiğim sandık, sonra onu kapattık, daha sonra açacağız diye, 9 marttan sonra bir kısmını açacaktık, geri sayım o zaman bitiyordu, açabilseydik keşke, açsaydık içinde umutlar vardı, içinde huzurlu baharlar vardı, açamadık diye seninle kavga ederdim, kızdırırdım seni bağırırdım ayağa kalkar etrafında dönerdim, sakinleştirmek için iki elini göğsüme dayar sakin ol derdin, kızmış olurdum çünkü, hatta hala sakinleşmeseydim aptal aptal öfkemle duymasaydım seni bir tokat atardın, elin ağırdı ya da bir bana ağırdı kibar naiftin normalde, dünyanın en şiddet sevmeyen insanısın, bir bana böyleydin dimi,
En çok güçlü oluşumu seviyorsun bir de sorunun arkasında gidişimi, ama gücümü nereden aldığımı biliyorsun sorunun üstüne gidişimin neden olduğunu biliyorsun, sandıktan hep güç ondan sorun ondan çözüm ondan, içi biraz karıştığında  hoş gözükmüyordu, toparlaması zor olsa da toparlamak gerekiyordu, ondandı gülüm yoksa ben de o yürek nerede, o yürek sen de, bana koca yürekli deli yürekli diyorsun sen de ki kocaman ve akıllı, sandığı öyle düzeltecektik, aşkı da sevgiyi de dostluğu da gördüğüm, bir sen anladın yarım kaldı. 
Böyle sen benim ilk zamanlarımsın ya hani 17 yaşımda zirvede deli kanlının en deli zamanı bu sen vardın ya o zaman biliyorsun konuştuk bunları, işte öyle gülüm çok şeysin ben de sadece ilk aşkım sadece sandık arkadaşım değil ya da sadece dostum değil. Çok şey oluşun bundan işte her şey olabildin. Evet zor zamanlar oldu evet kavga ettik bağırdık hatta küs bile kaldık. her şeye rağmen tekrar olabildik yan yana durabildik, birbirimize anlattık her şeyi senden başka anlayan yok gibi anlaması gerekenler anlamıyor. dünyanın en anlayışlı insanısın sanırım yarım kalsa da bir sen anladın.
Bana mutlu ol demiştin güçlü ol demiştin anladığına mı dedin yarım kalanları. 

İyi ki var oldun gülüm ,
Şu bazen değersiz dünya da herkes bir görev için vardır, görevin kadar değerlidir ,
Senin görevin buymuş demek ki , sen öğretmeye geldin kültür  manyağı ay parçası,
uzakta kilometrelerce uzaktayken bile öğrettin buluştun Ay'da.
Çok şey sığdırdın 21 senelik hayatımıza o kadar güzel şeylermiş ki düşününce insan seni yalnız bırakası gelmiyor, bunlar anlardan anılardan ama en çok varoluştan. İyisiyle kötüsüyle varoluştan her şeyiyle her haliyle her durumda kabullenişten, Var ol gülüm içimde , bekle bir de...

Ay' da bekle.









13 Şubat 2017 Pazartesi

Dost Uyan


"bazen ne olduğunu bilmeden bir şeyler söylersin alt kattaki komşuya balkondan
balkon tek kişilik
karışında bir balkon
solunda bir balkon
sağında bir balkon
çapraz
birer kat arayla 4 karşılıklı
dersin ki eyy falan filan

ama duymaz sesini
aşağıdan yukarı
yukarıdan aşağı duymaz

anlatamayanlar var ya
o balkondan diğerine seslenen var ya o

anlatamaz kırmadan duvarlarını
çıkmadan bahcesinden anlatamaz içinde doğan kötüyü iyiyi

ey dost uyan ve kır bu sabah duvarlarını
bilirsin senden dahası yok
kır duvarları atla ,

anlatamadıklarını bir daha anlat



dost
içine işleyen kötüyü iyiyi içinde bırakma,
çıkar kötüyü de görsünler iyiyi de


dostum kal iyinle kötünle kal

29 Kasım 2015 Pazar

Merhaba Gece Siyahı

Merhaba gece siyahı
Bekler miydin beni bu saatte
Ben geldim
                    artık başında bir bela
                                                        gök kuşağı gelene kadar güzel bir belayım
Mevsim sonbahar
                                belli olmaz ne zaman gelir
bilmem
Anlat bakalım bana şimdi
                                    sen ben olsaydın napardın
 Düşüncelerini bırak bir kenara
   çok değil 
               gidene kadar bırak
 özlemedin mi beni
 Bırak güneşin gerçeğini bir kenara
                                                                        ne hissettiğini söyle


Bana yazardın evvelden
Görmesen de bilirdin beni
Yaz bakalım ne yazacaksın bunca zamandan sonra
Mevsimlerin değiştiğini söyleyip kaçamazsın bensizliğinden
 Uzaklaşman mevsimlerden değil
                                                                         ki en yakınlaştıran mevsimdir sonbahar

Hafif sıcak örtün gelmeye başlıyor
 Yeni bir renk
                        yeni bir koku
Tadı bilmiyorum daha
 henüz erken 
      zaten gök kuşağına daha çok var
                                                                          Ya hemen gelirse bilemiyorum
 Neyse belki gelmez
belki hiç gelmez kalırsın
kalkar üstünden sonbahar

Gece siyahi her şey sen de
 ben gitmiyorum
 Gök kuşağı gelene kadar
 gidemiyorum aslında
                                    yön yok
                                                   yer yok
 Örtüleri rengarenk sen varsın
                                                bana yerin var biliyorum
Neyse gece siyahı ben gözlerimi kapatıyorum biraz
zaten gök kuşağının gelesi yok
Daha sendeyim ben
     Gözlerini
 üstümden ayırmamaya bak sen
mevsimler geçerken kaymasın üzerimden renkler

8 Kasım 2015 Pazar

ÖTEKİ ÇOCUK

Zarif bir umutla…

İrili ufaklı taşların etrafında girdap oluşturarak akan suyu izliyordu, dipte sürüklenen renkli kumu, ve bayım, huzurluydu çocuk, gönlünün çiçekleri sulanmışçasına ferahtı. Uzun süredir oturduğu kayanın üstünde kıpırdanınca suya atladı küçük kurbağa. Yengeci görünce farketti turuncunun aslında ne kadar da güzel bir renk olduğunu. Küçüktü çocuk, küçük bacaklarını suya sallamış oturuyordu. Keşfetmeyi keşfediyordu. Ufak dünyasında, aklının salıncağında sallanıyordu dilediğince.
 İnce ince yağan yağmurun altında düşündü: Bu gördüklerinin hepsini Allah mı yaratmıştı gerçekten? Bütün oyunlarını gölgesinde oynadığı o heybetli kestane ağacını bile mi? Yağmuru düşündü bir de. Biri başından aşağı su dökse çok kızardı ama Allah’a kızmıyordu. Seviyordu yağmuru da yağdıranı da. Biliyor musunuz bayım, özgürlük basitlikti. Çocuk çok sonra anlayacaktı bunu…
Anlaşılmak gibi bir derdi de yoktu henüz çocuğun. Gündüzleri hayranı olduğu muazzam gökyuvanın altında oyun oynar, geceleri de duasını edip uyurdu. Karıncaları da pek severdi, uzun uzun izlerdi onları, yaşam mücadelelerini.
Küçüktü ama severdi biriktirmeyi. Mesela cümlelerini biriktirirdi akıl kumbarasında, tutumluydu, öyle kolay kolay konuşmazdı. Sahi bu, ketum demek mi oluyordu bayım? Peki konusu gelmişken sorayım, bir kimsenin hasta olduğunu yalnız öksürüp hapşırmasından mı anlayabiliriz? Bence hayır. Çok susan insanlara iyi bakın, onlar da hastadır, derin yerlerinden. Halbuki bu insanlar diğerleri tarafından normal ve sağlıklı diye anlatılır, yanılıyor muyum? Bilmiyorum.
Çocuk diyorduk, bu çocuk bir de tebdil-i kıyafet gezdirirdi kalbini. Hislerini gönlünün devasa vadilerinde yaşardı da, belli etmezdi kimseye. Şimdilerde böyle insanlara da içine kapanık diyorlar lakin bunun bir hastalık olduğunu düşünmüyorum.
Sonra bayım, kalabalıklaştı çocuk. Masumca sevindi önce, güzel günleri bekliyordu. Farkedemedi kalabalıklaştıkça yalnızlaştığını. Farkedemedi sinsice gelip sırtına oturan küçük kamburu. Asildi çocuk, merdivenin korkuluklarını ancak geçiyordu boyu ama dik dururdu hep. Bir tek ağlarken eğerdi boynunu, ağlamanın zayıflık olduğunu düşünürdü çünkü ve hiçbir gözyaşı, burnunun ucundaki bene dokunmadan düşmezdi. Üzülüyordu çocuk fakat daha kötüsünün olabileceğini de düşünemiyordu. Maalesef daha kötüsü de oldu bayım. Her şey samimiliğini yitirdiğinde, ihmal edildiğinde, yaşamı ölü bir bedene sarılmak gibi yetersizleştiğinde büyümüştü. Büyümüştü büyümesine de, çocuktu işte. Öteki çocuktu. O sinsi kambur da düğüm düğüm büyümüştü çocuğun sırtında.
Yanlış kararlar verdi çocuk. Koskoca bir vaveylânın içine düştü. Biçare kaldı, isyan etti, günah işledi. Telaşlandı, dua etmesini bilemedi bir an. Bu minvalde giderse sonu iyi olmayacaktı, biliyordu. Kelimeler sağanak sağanak yağarken aklından gönlüne, elleri belinde, kekremsi bir korku sarıyordu etrafını ve bu kelimeler ancak içinin kütüphanelerini dolduruyordu. Kendine hırçınlaştı çocuk, imkansızların içinde inzivaya çekildi. Yumruklarını sıktı tüm kuvvetiyle, sol yumruğunu gördü, çocuğun kalbi küçüktü bayım, düşündü bunu. Küçüktü ama çürümeye yüz tutmuştu. Aniden doğruldu, kimseye bırakmadı, küp küp doğradı kalbini, tuz bastı yarasına, güneşte kurumaya bıraktı. Ağladı çocuk, sevmese de ağladı. Ağlamasa taşıyamazdı ki kamburu. Ne yapmalıydı şimdi? Olmazdı böyle, bu kalbi yumuşatmak lazım gelirdi, pîrupâk eylemek gerekirdi. Peygamber kokulu güllerden mi sarmalıydı ki yaraya? Merhemini sürdü, şifasını Rabb’den diledi. Çok isyan etmiş, çok günah işlemişti ya çocuk, pişman oldu, tövbe etti. O ki Er-Rahman, El-Gaffâr değil miydi? Merhamet eden, affeden, günahları örten. Allah’ın affı vardı madem, bu af bizim gibilere olmayacaktı da ya kime olacaktı? Günahlar da, tövbeler de, aflar da bizim gibiler içindi, şükürler olsun. Hüzün ki, koskoca şehirleri ezip geçer de, sevgilinin huzuruna geldiği vakit iplik iplik çözülür ya, öyle çözüldü çocuk. Çok sabretmişti, sabır zor işti ve Yaratan Bakara suresinde dememiş miydi, “Allah sabredenlerle beraberdir.”
Sonunda bayım, nihayet kalktı çocuk vakur bir duruşla, Allah’ın izniyle söktü aldı sırtındaki o nasırlaşmış koca kamburu da divitine mürekkep eyledi. Sancısını akıtıverdi kelimelerle birlikte. Bu sancının sonunda güzel bir doğum vardı üstelik. O vakit farketti ne kutlu bir halde bulunduğunu. Uzun zaman sonra geleceğini gördü, kalbinin gözünden. Güzel de gördü üstelik. Şimdi keskin, iç ferahlatıcı bir filiskin kokusu sardı etrafı, çok şükür…
Peki bunları niye anlattım bayım? Kimseye akıl verebilecek mahiyette değilim. Bilakis, akıl almayı yeğlerim lakin naçizane tavsiyem, çıkarın sırtınızdaki kamburları. Benim gibi kelimelere mi akıtırsınız, tuvalinize mi boyarsınız yahut iğneyle mi nakşedersiniz kumaşlara bilmem ama, def edin kamburlarınızı. Duaların asumanında yok olun.
-Çay Damlası’na hoşgeldim, hoşgördüm. Ekim Manisa’sından, tarih kokulu Darüşşifa’dan selamlarımı iletiyorum. Dilimiz boş gelmek de olmaz tabi. Eskilerden bir söz düşer aklıma,” Leyla’sız aşk, çaysız meşk olmaz.”-

Hatunkişi