25 Nisan 2015 Cumartesi

Yavaşça Ölüyorum

*

Günlerden, perşembe. Yelkovan, acımasızca hıphızlı takip ediyor bugün akrebi, zamanı tüketmek istercesine.


Bir adım daha atıyorum boşluğa. Cılız bir alevin kaldırım taşı üzerindeki titrek gölgesini görür gibi oluyorum. Şiddetle kafamı sallıyorum, gözlerimi kapatıyor; simsiyah tuvalin rengarenk boncuklarla süslenmesine şahit oluyorum. Bir kez daha kafamı sallıyorum. Benekler kayboluyor yavaşça. Meltemin uysal nefesi, vücudumu delip geçiyor, kalp atışlarım hızlanıyor. Siren sesleri duyar gibiydim. Oysa, beynimin oynadığı oyunun esiri olmak üzereyim, fark edemiyorum. Kaldırım taşının üzerinde, beyazlara bürünmüş bir çocuk beliriyor. Elinde bir demet papatya. Papatyanın çiçekleri, birer birer yere düşüyor. Çocuk bir adım atıyor bana doğru, sıcak bir tebessüm beliriveriyor güzel yüz hatlarında. Papatyaları sevmediğimi bilmiyor mu yoksa?


Yüreğim, apansız bir burukluk eşliğinde kararıyor. Konuşmak için ağzımı açıyorum, bir iki kelam edeyim. Kafese kapatılmış bir kuş misali esir alınmış oysa kelimelerim. Kelamım, düşüncelerine ket vurulmuş bir bedbaht gibi yapayalnız. Canhıraş, sessiz bir yakarış eşliğinde daha da kavruluyor yüreğim. Çok sonra anlıyorum. Papatyaları bana uzatan, bir türlü sevemediğim özbeöz kardeşim. Hüzünlü bakışlarının esrarı çözülürken papatyanın anlamını düşünüyorum. Derken kulağıma semaya yükselen bağırışlar çalınıyor. Oysa, ücra mahalledeki ıssız sokakta kardeşim ve benden başka kimse yok. Gözlerimi semaya kaldırıyorum. Kulağımda bağırışlar yankılanırken semada belli belirsiz tebessümünü görüyor gibi oluyorum annemin. Birisinin bedenimi kucakladığını hissediyorum. Gözyaşları, yüzümü ıslatıyor. Lâkin, kimse yok! Delirecek gibi oluyorum, yüzüm ıpıslak. Kardeşime bakıyorum yardım dilercesine. Düşünemiyorum, o an. İdrak edemiyorum; bir ademoğlundan yardım dilenmemesi gerektiğini. Kardeşimin yüzü, buruk bir gülümsemeyle gölgelenmiş.


Hazanın ilk günü sanki. Yaprakların, asfaltı sarıyla boyamasını resmediyorum bilincimin en derinliğinde. Elini uzatıyor yeniden. Hıçkırıklar, yükseliyor beynimin bir köşesinden. Yüzüm, hala gözyaşlarıyla yıkanıyor. Kıyafetlerimi biri çekiştiriyor sanki. Birkaç itiraz sözcüğü yankılanıyor semada. Ve ben, gözümü dahi kırpmadan kararlılık eşliğinde kardeşime doğru adım atıyorum. Bir anda ışıklar sönüyor. Benim, on sekiz yıllık dünyam karanlığa bürünürken yakarışların, sessiz haykırışların nefesi, ensemde. Sonrasıysa, ebedi bir karanlık oluyor. Farkında bile olamadan, sinemi titrerek arşa yükselen bir acının dilsiz yakarışıyla yavaşça ölüyorum. Yapayalnız ve sessiz...